27 Mart 2012 Salı

dur şimdi ayağım uyuştu




en sevdiğim insanlardan biri, o zamanlar artık haftaiçine de yayılan lig maçlarından birine gitmeyi düşünmekteydi. gün içersinde, bulaşık yıkamak ve vejetaryen yemekleri yapmak dışında en büyük keyiflerinden birisi ufak bilgisayarının başında oturup, amerikan kolej radyolarına girmek ve futbola internet aracılığı ile yönelmekti. bloglar, aceto falan. en sevdiğim insanlardan öteki ise, böyle değildi. daha sonra en sevdiğimiz o iki insanın kafesine bir sürü dede girdi. “kapıyı açmayın dedeler” demedik. çünkü burası moda idi ve ben enteLLektüel olmak zorunluluğundaydım.

dedelerin gelmesiyle alakasız ama paralel zamanda bilgisayarımı açtım, facebook’ a girdiğimde teyzemin kuzenimin fotoğraflarının altındaki şakayla karışık telkinlerine çöp kovalarının yanına atılmış çöplere iğrenerek bakıyormuşçasına baktım, o sırada yine alakasız ama paralel giderken duygu benden tükenmez kalem istedi ki, o ana kadar aslında onun orada olduğunu anlamam için, birkaç haftadır sürekli arayıp durduğum sevgilimi unutmam, yani facebookta falan stalkerlamamam gerektiğini biliyordum. ama bazen kendimi abonmanımsı bir acı silsilesine kaptırdığımın da farkındayım, çünkü diclede ayşemayşenin güzel külotlarından bitanesi vardı. böyle olmasaydı mesela; insanların bana baktıklarında yüzümde gördükleri ilk resim, avustralya’ da yaşayanların içme suyu sıkıntısı çekmedikleri ve sürekli sörf yapan  kaslı erkekler oldukları gibi bir şeye benzer bi konformizmdi. fakat hiç öyle de değildi.çünkü ayşemayşenin külotları güzeldir, ayşemayşenin vucudu mis kokar falandı.
 
evet şimdi nerden baksan iki ay ya da üç hafta önce eski sevgilimden ayrıldığımda, ilk zamanlarda sabahları benim karnım ağrıyor, bi yandan da entel kızlarla flört, göz banyosu falan yapma halindeydim; o ise sabahleyin bir erkeğin kollarındaydı ve hayat bu yüzden bana acımasızdı. biscolatalıdır falan bakarsın zaar. diyodum. birkaç gün geçtikten sonra, yataktan kalkmaktan vazgeçip, betty blue gibi bir kadına aşık olmayı hayal etmeye başladığımda, onun iki erkeğin kollarında olabileceğini hissetmeye başlamıştım. hatta biri zenci öteki biscolataydı, ve ben sıradan bi şekilde, artık flört etmeye başlamıştım. öpüşmeli, dişlerin birbirine çarpmasındaki "o yes bebeğim" tadında... asıl mevzuu, ne o erkeklerleydi, ne de ben betty blue’ yu bulabiliyordum. aksine, dirayetsizliğimin ilk halkası olarak; temelde bulabildiğim yahande ataizi gibi biri, ya da nuray mert' in genç olanıydı. allahtan yılmaz özdil sevenlere sulanmadım. ki betty blue’ nun baskısı yoktu. kitabı bulmak kadını bulmaktan zorlaştığı o sırada ben yine moda’ da, ayşemayşe ise evde ütü yapmakla meşguldü. bana bi keresinde söylemişti. 

ütüden ve küfürlü günlerden bir süre geçtikten sonra, duygu ile ilk zaman geçirdiğimiz gün onun ilk modern arkadaşı geldi. aslında duygu’ nun yanına ilk geldiğimde de yanında modern bir arkadaşı vardı. çünkü sanırım duygu da sevgilisinden ayrılmışlığı dolayısıyla epey karışıktı. ama ikimizin karışıklığı da birer sidi olsa, benim karışıklığım daha acı dolu şarkıların bulunduğu karışık bir sidi olurdu muhtemelen. ya da en azından hikayemi hornby yazsa, böyle bi metaforla bizi anlatmayı seçerdi. neyse bu iki modernin modernlik baremi olsa, ikinci gelen daha modern olurdu. hatta şey, ilkiyle högh ve uche'yi zahter-zeytin yağı üzerinden konuştuyduk. ama mevzuu ilginçtir eğer hala duygu ise, ona baktığımda sanki sene başında verilen ingilizce ya da matematik kitaplarındaki son ünitelerdeki karmaşıklığı anlayamamak, yine de bakmak; kendini iyi hissetmek için çözmeye çalışmak gibi hissediyordum. ve bu inanılmaz bi duyguydu. çünkü her şey yeniydi. elimde gibiydi. ki onla moda’ yı bir f-1 pistine çevirdiğimiz istikamette iki kere tanıma şansım oldu bu arada. ilk ısınma turunda, onu anlamaya çalıştım, bu ilişkimizde bir evre olsa, yediğimiz yemeği aynı kaşıktan ya da çataldan yeme evresi olabilirdi. zira onu o ara anlamadım. hatta pek anlayabilmem de mümkün değildi. çünkü çok güzel kocaman gözleri vardı. öteki turda ise, anlattıklarından yola çıkarak yalnız istediğim iyi olmasıydı, karşımda sarı defterinin sayfalarını çevirdikçe çevirsin, yazdıkça yazsın, bende laptopun üstünden saçlarının arasına vuran ışığa bakayım istedim. insan uyumla birine kafa yorunca, akşam derbi olsa unutabiliyor iki dakkalığına. ya da uzakdoğu sinemasını ne kadar bildiğini, çek edebiyatının yeni temsilcilerini falan hepsini unutuyor bi çırpıda. buna hayat demek en azından daha az epik ve eğlenceli benim için. bir de duygunun ipil ipil sağ eli daktilo gibi ileri geri yazadursun. baksam baksam...
 
fakat bir yandan da, duygu’ nun modern arkadaşını sevmemiştim o zaman, hani romantizm bi yana, o sırada barış’ ın yıkadığı bulaşıkları kuruturken birbirine değdirdiğinde çıkarttığı ses de benim kulağımı cırmalıyordu fakat, bu modern iki çocuğununun çıkarttığı hiçbir sesi sevmemiştim. ki sonuçta barış sevdiğim insanlardan biriydi. tolere edebilir, mini laptoptan kaçak lig tv izleyip, bomonto birası içebilirdik. haaa, nerden baksan duygu da iyiydi. ki demiştim. arada bir şeyler söylüyordu, bende o sırada ekinlerin seksenler playlist’ ini dinliyordum. diğer masalardaki kadınlar da güzel değildi zaten. hatta şimdi düşünüyorum da, belki diğer masadaki kızlardan-kadınlardan birisi en azından güzel olsa, kesin kafam oraya kayardı. ama o kadınlar-kızlar güzel değildi belki enteldi. arada GÜZEL MÜZİK raphael saadiq çaldı mutlu oldum ve temelde, duygu satır sonlarına kesme işareti koyarak alta geçmemesi dışında ekmek gibi bi kız. DI. 


fotrafta bob, johnny, june ve sara var galiba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder